Değişik bir soyadım var. Sözlüklerden aradım, bulamadım. Herkese sordum, çok tatmin olacağım bir yanıt alamadım ta ki Rıfat ILGAZ’a rastlayıp sorana kadar. Verdiği yanıt; “’Çel’ kökünden geliyordur. ‘Çelmek’ sözcüğünden türetilmiştir.”
Kim soyadımın anlamını sorsa, “Rıfat ILGAZ böyle açıklıyor,” derim. Nitekim Cide dönüşü yemekte bir hanımefendi sorunca anımsayıverdim bu anımı da…
Babamlar Selanik göçmeni. Soyadı kanunu çıkınca dedem en son gitmiş. Sona kalan bu sözcükmüş. Almışlar.
Yağmur bardaktan boşanıyor… Yazdıklarıyla dünyaya bereket dağıtan Rıfat ILGAZ için yapılan törenlerde bereketle başladı… Çözümü, bahçedeki etkinlikleri kapalı mekana aktarmakla yapılıverdi.
İlk etkinlikteki konuşmalardan sonra sahneyi güzelim çocuklar doldurdu, halk oyunlarıyla… Sarı yazmalı cıvıl cıvıl güzel kızlarımız ve bir oğlumuzla bizleri coşturdular… Sarı yazmalar izleyicileri de süslemiş, renklemiş…
Konuşmalardan Cide’de Rıfat ILGAZ adına Meslek Yüksek Okulu açılacağını öğrendim. Doğrusu çok sevindim. Çok güzel bir karar alınmış.
Daha sonra çok amaçlı olarak düşünülen CİTOM – Cide Toplum Merkezi açıldı. Oldukça kitap toplanarak bir kütüphane oluşturulmuş. Umarım daha da zenginleşir zaman içinde... Resim odaları da var. Sanırım kurs vermek için düşünülmüş. Orada gördüğüm gençlere kartımı verdim, belki katkım olur umuduyla. Onlar da bir beye verdiler kartımı “görevli,” diye. Bir de satranç odası var… Daha sonra yöresel bir kokteyle karınlarımızı doyurduk.
Üçüncü bina Rıfat ILGAZ Kültür ve Sanat Evi… Türk sivil mimari örneklerinden biri… Odalarda kendi fotoğraflarının yanında, romanlarından alıntıların da bulunduğu fotoğraflar var. Turhan SELÇUK çizimi Hababam Sınıfı göz kamaştırıyor… Burada da halk oyunları izledik, bu sefer büyüklerden…
Öğrencilerimle kurduğumuz fotoğraf grubu nedeniyle yine öğrencilerimin yardımıyla aldığım dijital fotoğraf makinesi ile fotoğraf çekmeye başladım. Projem; yaptığım resimleri çektiğim fotoğraflarla buluşturmak. Bu nedenle fotoğraf çekerken kompozisyonun neresine resim yapmayı düşlediysem ona göre kadrajı ayarlıyorum… Bir koltuğa Rıfat ILGAZ’ın portresini koymuşlar. İlk defa biraz kararsızlık geçirdim, portrenin yanına bir resim – figür koymakta… Ama sonra hoş olacağına karar vererek fotoğrafı çektim.
Tüm gece yolculuktan sonra sabah hemen etkinliklere katıldık. 2 ayrı otelde kaldık koşullar gereği. Deniz kenarında olanlar şanslı, bana göre. O akşam orada yemek yenmiş ve sazlar çalınmış, türküler söylenmiş… Ama ben, üzülerek izlediğim yangın haberlerinden sonra kendimi uykunun koynuna bıraktım usulca.
Sabah sahildeki otele gittim. Herkes bir yerlere giderken, bahçeden denizi izlemek geldi içimden, kıpırdamadım. Aydın ILGAZ Bey gelip masama oturdu. Bir gün önce merhabalaşmıştık sadece, günün yoğunluğu içinde…
Konuşkan ve esprili… Her espri yaptıkça içimden “babasının oğlu” diye geçirdiğimi fark ettim bir süre sonra… Babasının anılarından bir kesiti sunuverdi hemen. Rıfat ILGAZ’ın Cide anıları ve kendi çocukluk anılarına uzanıverdi bir çırpıda… Öyle bir çocukluk yaşamak ve böyle bir yaşama tanıklık etmek… Şu an onur ve gurur duyuyordur eminim, onun adına sevindim doğrusu. Acıların sonu iyi gidiyor çünkü…
Rıfat ILGAZ, Cide’ye geldiğinde önceleri hapishane olarak kullanılan bir binada kalmış. “Perdeleri yok. Başınıza bir şey gelebilir,” diye uyarmışlar… O da, “esas perde takarsam başıma bir şeyler gelir,” yanıtını vermiş…
Daha sonra bir otelde kalmış. Bazıları kendisine kimin gelip gittiğini görebilmek için denize doğru oturmak yerine, binaya yönelik oturuyormuş…
Bu ülkede mizahçılar işsiz kalmaz…
Konuşmanın koyuluğunda Kastamonu Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Bahri GÖKÇEBAY geldi. O da çok konuşkan. Haklı olarak bir hevesle üniversitesinde yaptığı değişiklikleri anlattı. Bu arada çay söylendi. Çayı kahvaltıda içerim. Sade çayı sevmem. Ama onlara iştirak ettim, İAGSL deki idareciliğimin ilk yıllarını anımsayarak. Gelene gidene çay söylüyor, nezaket gereği ben de eşlik ediyordum. Vücudum alışkın olmadığı için belirli bir süre sonra bırakmak zorunda kaldım, çay ikram ettiğim herkesten özür dileyerek.
Sonra birileri seslendi, “CD geldi, Kaymakam Beyle Belediye Başkanı sizi bekliyorlar.” Diye. Kalktılar… Yine yalnızlığımla kaldım bir süre…
Bu festivale gelmek için epey düşünmek zorunda kalmıştım. Çünkü gece gidilip, gece dönülecekti. Bunda zorlanacaktım. Sonra organizeyi yapan CUMOK’a telefon açtım. Çözümleyebileceklerini söyleyince katıldım.
Bu otelde kalan arkadaşlar yavaş yavaş otelin önündeki masaların bulunduğu, oturulan yerleri doldurmaya başladılar.
Cide’ye giriş çok güzeldi. Gideros koyunda aklımız kalmıştı. Nitekim minibüs tutulup gidilmeye karar verildi. Ben de severek katıldım. Gerze sahillerinde olduğu gibi deniz kıyısı taşlık… Kısa bir alan olmasına karşın deniz kenarında yürümeyi çok sevdiğim için hayal kurarak gezindim ve ayaklarımı zevkle denize soktum, kayaların üzerinde otururken. Denizi özlemişim… Kytoros ne güzelde olmuş Gideros…
İnternetten yaptığım araştırmaya göre, “Cide” “cid” sözcüğünden türetilmiş. Cid, boğaz anlamına geliyor. Tabii başka söylemler de var ismine dair.
Bir söylenti de, Romalılar döneminde; Guacalla komutanlarından birinin adı olan Cella de Cide adından gelmesi üzerine...
Üzerinden çeşitli uygarlıklar geçmiş. Bu alanlarda Gasgaslar, Paphlagonialılar, Enetler, Romalılar, Bizanslılar, Candaroğulları ve Osmanlılar yaşamışlar.
Belli ki toprağın altı çok zengin… Ülkemizde arkeoloji alanına epey iş düşüyor.
Cide, tarih boyunca İpek Yolu üzerinde önemli bir liman olma özelliğine de sahip…
Gideros koyu, Ilgarini Mağarası, Valla Kanyonu görülmeye, gezilmeye değer.
Cide’nin etrafı dağlık, yeşillik… Gözlerimiz ve gönlümüz ve tabii temiz hava ile dolan ciğerlerimiz bayram etti.
Ekonomisi balıkçılık, hayvancılık, tarım, ormancılık üzerine kurulu…
Adı Homeros’un İlyada’sında geçiyor. Bence bundan böyle kültür turizmi de canlanmalı Cide’nin, Rıfat ILGAZ sayesinde. Oranın mavisi, yeşili bir başka güzellikte… Ve insanlara yaşattıkları dünya çapında bir yazarı sunmuş yaşama… Bunu değerlendirmek gerekir. Çünkü Rıfat ILGAZ orayı; doğayı, insanlarını anlatmış yazılarında. Biz Cide’yi ve insanını öncelikle Rıfat ILGAZ yazınından öğrendik. Hababam Sınıfı, Kastamonu Öğretmen Okulu kokuyor adeta… Tabii diğer yazılarında, şiirlerinde buraların güzelim, ilginç kokularını duyabiliyor, renklerini görebiliyor, insanlarının tenlerine dokunabiliyoruz…
Son yıllarda değişik tatlara merak sardım. O nedenle “Cide yöresel yemek kermesi”ni kesinlikle kaçırmadım, Gideros dönüşünde. Aşure, zeytinyağlı ama saplı olan dolma ve sundukları tatlılar, börekler harikaydı. Ve tabii cana yakın insanları da…
İstanbul’dan çıkınca ilk durağımız Safranbolu oldu. Kahvaltıyı yaptığımız konakta “Safranbolu” belgeselini izledik. “Zafran…” sözcüğü döne, değişe Safranbolu olmuş. Daha önce de Safranbolu’ya gelmiştim. O zaman arkadaşım ayrıntılı bir şekilde dolaştırmıştı eski Safranbolu’yu… Türkiye’de bir kuşak üzerinde aynı tip evler var. Daha doğrusu birbirine çok benzeyen… O kuşak boyu geçen ustalar ve çırakları aynı olsa gerek.
Öğlen yemeğini Amasra’da yedik… Balıkları çok güzel gerçekten. Amasra’ya giriş, çok görkemli. Daha önce gittiğimde de aynı duyguyu yaşamıştım, tarihin gerilerine giderek… Nedense o görüntü bana hep tarihi anımsatıyor… Tarihteki yerleşmeleri, uygarlıkları, daha doğrusu… Bu sefer hüzün de vardı, Barış’ın ölümü nedeniyle… 2 kez çok feci trafik kazası geçirdim… Şimdi düşünüyorum da o ağır trafik kazalarını çok hafif atlattım… Her ölüm erken. O genç de çok erken ayrıldı aramızdan, yapacağı çok güzel şeyler varken, adı gibi…
Dönüşteki durağımız Kastamonu oldu. Yollarda ve gittiğim kentlerde İstanbul’da bulamayacağım reçelleri alıyorum. Önce bir alışveriş merkezinde yöresel reçel aradım ama çok sevdiğim ve bildiğim gül reçelini alabildim sadece…
Kastamonu El Sanatları Araştırma Enstitüsü Müdürlüğüne gittik. Geleneksel eşyalara, oymalara şahitlik ettik bir süre, Türk Sanat Müziği eşliğinde.
Sonra müzeye gittim.
Müzenin güzel bir bahçesi var ve açık alan müzesine dönüştürülmüş. Kapısında “Atatürk’ün Şapka Devrimi ile ilgili tarihi konuşmasını yaptığı bina” yazıyor. Bu tarihi bina müzeye dönüştürülmüş. Kutlamalıyız.
“Kastamonu Müzesinin bina planı 1909 da Mimar Kemalettin Bey tarafından çizilmiş. 1910 da Kastamonu İttihat ve Terakki Kulübünün Şubesi olarak inşa edilmiş. 1952 de müze binası olarak hizmet vermeye başlamış.
Kastamonu Müzesinde Anadolu Arkeolojisi, Paleolitik Çağdan başlayarak günümüze kadar Türkiye Cumhuriyeti devrimleri bu tarihi mekanlarda kronolojik olarak sergilenmektedir. “ Bu yazı binanın girişine asılmış.
Duvarlarda Atatürk ve halkın fotoğrafları var. Atatürk’ün kıyafeti, kullandığı porselen tabak ve fincanlar sergilenmiş ilk katta. Yine ilk katta “Taş Eserler Salonu” var. Burada taştan yontular ve gömütler sergileniyor. Adak yontuları ve taş lahitler etkiliyeci. Hellenistik çağa aitler.
Üst katta; Yontma Taş topluluğu, Eski Tunç Çağı mühür, mızraklar, kemik deliciler var.
Hitit Çağından ve Frig’ten madeni kaplar sergileniyor.
Helenistik çağı süs eşyaları ve cam kaseler var bir bölümde.
Aralara kadın ve erkek büstleri konmuş.
Roma Çağı büstçükler ve yontucuklar, eller ve ayaklar sergileniyor…
Bir başka bölümde de çeşitli büyüklükte sikkeler kaplardan yaşama dökülmüşler…
Kastamonu, M.Ö. 18. yüzyılda Gaslar'ın yurdu olmuş. Hititler, Frigler, Kimmerler, Lidyalılar, Persler, Pontus Rumları, Romalılar ve Bizanslıların yaşam biçimlerine şahitlik etmiş yıllar boyu bu topraklar… Kalesi görülmeye değer.
Daha sonra, Anadolu'ya Türklerin gelmeye başlamasıyla Danişmentliler, Anadolu Selçukluları, Çobanoğulları, Candaroğulları ve Osmanlı İmparatorluğu Kastamonu için önemli bir yaşam – kültür yeri olmuş. Yörede Candaroğulları ve Osmanlılar'a ait Atabey Cami, Mahmut Bey Cami, İsmail Bey Külliyesi, Yılanlı Şifahanesi, Aşirefendi Hanı, Karanlık Bedesten, Nasullah ve Yakupağa Külliyeleri bulunuyor.
Kastamonu'nun en unutulmaz özelliklerinden biri de 23-31 Ağustos 1925 tarihinde Atatürk’ün Şapka ve Kıyafet devrimini burada başlatmış olması…
Ve yiğidim İstanbul’a döndük. Bir başka dönüştü bu… Rıfat ILGAZ’ın sarı yazma rengine bürünmüş, zenginleşmiş, mutlu bir dönüştü… Katkısı olan herkese yürekten teşekkürler…
12 – 07 – 2007 / İSTANBUL
Tülay ÇELLEK
Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi
Sanat Bölümü Öğretim Görevlisi
Sanat Yazarları ve Eleştirmenleri Derneği
Sanat Yönetmeni ( SAYED )
http://www.tulaycellek.com
tcellek@yildiz.edu.tr
|