Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 17.6.2002  

GELENEKTEN GELECEĞE


GELENEKTEN GELECEĞE


GELENEKTEN GELECEĞE

Ölüm, doğum, hastalık, düğün asla atlamadığım dört önemli olay. Sanki bunları da yitirirsek insana, insanlığa dair her şeyimizi yitirecekmişiz duygusuna kapılırım hep. Bu nedenle elime geçen bir araştırmayı değerlendirmeden edemedim. Yitirilerimiz arasında kolektiflikten bireyselliğe dönüş, paylaşmaktan bencilliğe eriş, doya doya yaşananlardan hıza geçiş ve gelinen nokta; kendine ve çevreye yabancılaşma...

Gelenekler eksilerek ve yeni eklemlemelere dayanarak devam etmekte ilçe düğünlerinde. Kadınlar genelde baş rolü oynarlar. “Dünürlük” yerini yavaşça anlaşmalara bırakmakta. Ailece kararlaştırılan istekler; nişan, düğün günleri vs. öncelikle gençlere geçmiştir artık. Nişanlarda alınanlar “dürü” diye adlandırılan karşılıklı hediyeler herkese gösterilirdi eskiden. Şimdi hayat pahalılığı nedeniyle dürüye pek girişilemiyor. Eskiden nişandan sonra düğüne kadar çok özel durumlar hariç gelin ve damat adayları görüştürülmezdi şimdi bu da değişti tabii ki. Düğün hazırlıkları gelinin arkadaşlarınca yapılır. Hafta başı çeyiz almaya gidilir. Ancak kızın erkek kardeşi ya da yakını çeyiz sandığına oturur ve bahşiş alır. Şimdi sandık kaldı mı? Gardolaplar var. Çeyizler de erkek tarafında duvarlara asılarak sergilenir. Ama ne yazık ki çocukluğumda yaşadığım bu sergi gösterisi artık yapılmıyor gibi.

Düğün içeriğinde en önemli olayı, hamam sefaları alırdı. Ama söylenen manilerle yakılan kınalar, yenilenler, içilenler adeta mazide kaldı. Fakat şurası da bir gerçek ki dünya sanat tarihine de geçti Türk hamamları. Hem oryantalist ressamlarca hem batıdaki doğunun otantikliğini, gizemini düşleyen ressamlar tarafından. Yani Türk hamamının şöhreti boşuna dünyaya salmamış, ressamlara konu olmamış. Hamamın devamı akşam eğlencesiyle noktalanır. “Hamamın üç türlü kurnası/Üçünde mumlar yanası/Üç kızın biri benim olası/A benim esmer güzelim/Yarimle kolkola gezelim.”

Üçüncü gün; kız ve arkadaşları gelinlik giyer. Akşama da havuziçi ( Bindallı ) giyilerek eğlenceye başlarlar. Erkek tarafı gelir mumları yakar, gelin ağlar. Onun manisi; “Gelin ağlar coşkun coşkun/Var mı bunun gibi şaşkın/Benim Allahınan aşkım/Ararım bulamam seni” Olaya dua ile devam edilir. “Gönüller muradı içün/Dirlik düzenlik vermekliği içün/Karı-koca yaşamaklığı içün”

Cuma günü “Semet” yapılır. Semet, düğünün ertesi günü kız ve erkek tarafının birlikte eğlentisidir. Semet günü “yüz yazma” olarak tanımlanan ve yüzün birkaç yerine sim yapıştırılarak süs yapılır. Artık bu da yerini salt boyalarla yapılan makyaja bıraktı. Aynı gün ilçede yeni evlenmiş birkaç gelinde gelinlik giyerek birlikte gelen konukların ellerini öperler. O zamanın bu anlamdaki kolektifliği de bireyselliği dönüştü. Cumartesi birlikte çerez yenir. Pazartesi günü “Kişi-Gişe” diye isimlendirilen bir olayda, kız tarafı erkek tarafına yemek verir. Karşılıklı hediyeler sunulur. Böylece düğün sona erer. Çok daha eskilerde 40 gün 40 gece düğün yapılırdı. Sonra bu, bir haftaya düştü. Şimdi ise bir güne bir nikaha dönüştü, Bazen yanında bir gecelik bir düğün yada bir iki saatlik kokteylle birlikte.

Köylerimizdeki düğünlere gelince; kızlar aile ortamında, tavsiye ile yada düğün, dernek gibi yerlerde beğenilir. Düğürlüğe geleneklere göre üç kez gidilir ve sayısı tek olan tek katlama ( yufka ) getirilir . Kadın ve erkekler ayrı odalarda oturulur. Gelin adayı salt bayanlara hizmet eder. Eğer kız verilmeyecekse katlama geri verilir. Bu sessiz bir iletişimin örneğidir. Üçüncü gidişte söz kesilir. Başlık parası ( Ata Yolu) bildirilir. Burada baba-erkek egemendir. Başlık parası dışında, ev ve giyim eşyalarının yanında birkaç peşkir ( havlu) ve iplik istenir tezgahta dokunmak üzere. Söz kesimi Pazartesi yada Cuma geceleri yapılır. Çünkü bu geceler hayırlı sayılır. Oğlan anası gözlemcidir. Gelin adayını takip eder. El çabukluğu, çalışkanlık ve özellikle hürmet kız için ölçüdür. Evlenme yaşı kızlarda 13, erkeklerde 15 dir. Düğünler ilkbahar yada sonbaharda yapılır. Evlenme isteği kızlar için söyleyememesi adına çok zor iken, erkekler en azından annesi ile konuşma şansına sahiptir. Ayrıca ıslık çalması, türkü söylemesi bu isteğin göstergesi olarak kabul edilir.

Kuz köyünde sevda üzerine yakılan bir türkü; “Kuz köyün başını duman bürüdü/Bayram şıgıdığı aldı yürüdü/Babasına da sorarsan/Koca çulları aldı yürüdü.” Çoban manilerinden; “Dağ başında yatarım/Beşli martin atarım/Emmim kızı vermezse/Malakları satarım.” “Akkoyun güdülür mü/Yünleri didilir mi/Evinizde bir güzel var/Sevmeden gidilir mi?”

Nişan hafta içinde yapılır ve erkek tarafı kız tarafına yiyecek ve kıza bohça gönderir. Bunlar kız evinde sergilenir. “Yamadan gel yamadan/Yollar çamur olmadan/Alacaksan al beni/Gül benzimiz solmadan” “ Derelerin gazeli/Yarim dünya güzeli/Yarim gönlü büyütmüş benden ayrı düşeli.” Bu manilerle eğlenilir. Kız tarafı da damat adayına bir bohça hazırlar.” Çuval Ağzı Günü” yapılır. Pazartesi günü ağzı kapalı bir çuvala oklava sokulur, dua okunur. Sonra un elenir ve bahşişler oklavaya bağlanan bir havluya konarak gerdek gecesi gelin ve damada sunulur. Geline alınan eşyalar Salı günü sergilenir.Çarşamba kına sofrası gider. Kıza ağıtlar yakılır. Kız anası; “Seni kaş başlarına attım yavrum/seni görünmez yerlere attım yavrum.” Kız ise; ”A kıymetli anam/A biricik anam/Suyun bitmesin anam/Kabında tuzun bitmesin anam/Yiyenin ben idim/İçenin ben idim/artık bitmesin anam” diye mani söyleyerek ağlar. Kına gecesi yakılan ağıtlar; “ Altın tas içinde kınam ezilir/Ellerin yanında başım bozulur/Anam babam evin şen olsun/Aha ben gidiyom haberin olsun.” “Açım demedim açığım demedim/Her işlerin başına gittim anam/Babam beni bu köylere sığdıramadı/Aldı başlık parasını bana acımadı.” Kız anası; “ Oduna gitsem odun yolunda kalırım/Suya gitsem su yolunda kalırım/Beni sokakta bıraktın yavrum/Elimi kolumu bağladın yavrum.” “Suya gittin gelecek diye mi bakayım/Tarlaya gittin dönecek diye mi bakayım/Yemedim yedirdim giymedim giydirdim/ Sizi ben eller için mi büyüttüm yavrum.”

Gelinin kınası gül dibine yıkanır. Sonra gelin, giydirilip beklenir. Gelin almacılar köye yaklaşınca tabancalar atılır. Evde eğlence düzenlenir. Erkek tarafında ise güreş düzenlenir. Ayrıca damat ve sağdıç giyecekleri bir bohçaya koyarak omuzlar üzerinde oynarlar. “Gelin almacı gelir nereye konar/Hasan Beyin avlusu büyük oraya konar/Verin gelinimizi gidelim yolumuz ırak/Güveyi sorarsan kazaktır kazak/Gelini de sorarsan tozaktır tozak” Gelin her tarafı kilimlerle kaplı kağnı arabasına bindirilerek götürülür. Gelinin ayakkabısına “toprak bastı” parası konur kağnıdan inmeden. Gerdek gecesi takısı ise gelini konuşturmak amacı taşır. Daha sonra karşılıklı el öpmeye gidilir. Bahşiş, mani ve tabanca düğün olayının en önemli parçalarıdır. “Duvak” günü gelin giydirilir. Yanına yeni evlenmiş sağdıçlar oturur. El öpme töreni başlar ve çocuk yapma dilekleri iletilir. “Göyne ak deme gelinim/Göyne gök deme gelinim/Eve hizmete gelene/Gayınnam evde yok deme gelinim.” Bir düğünde böyle biter yeni umutlar, yeni beklentilerle...

Köylerde henüz tükenmemiş güzel dayanışmanın örneği “İmece” hala sürmekte. İmeceye gereksinme duyan birey tüm köye haber salar. Sabahın erken saatlerinde toplu olarak tarlaya gidilir. “Orak biçerim orak/Elliklerimi vurarak/Ben yarimi bulurum/Gelinlere sorarak.” “ Orak attım tarlaya/Tarla kuşu parlaya/Nerde Güzel var ise/Gelsin bizim tarlaya.” Bu maniler ya karşılıklı söyleşme yada kendine özgü ezgilerle söylenir. Orak biçme imecesinde orak atma yarışı da yapılır. Orağı en uzağa atan ödülü alır. Bir güzellikte böyle biter.

Başka yerlerde duymadığım yöresel deyimlerden birkaç örnek vermek istiyorum. Her yer her yerde: Darmadağınık oda ya da ev / Karnından geçirmek: İçinden geçirmek / Gücük ayı: Şubat ayı / Tımpıs kesilmek: Sus pus olmak / Umsuluk olmak: Umduğu yemeği yiyememek. / İyiliği yap bir kenara koy: Karşılık beklemeden yapılan iyiliğin bir gün sahibini bulması / Neliğini belli etmemek: İç dünyasını karşısındakine belli etmemek. / Feyim etmek: Dikkat etmek. / Lom dilli: Uluorta kırıcı konuşan. / Cincıfıt olmak: Çok sinirlenmek./ Kendinden geçmek: Uyuklamak. Atasözleri; Gücük güç üzer, mart gön yüzer. / Eşeğe semeri yük olmaz.

Yabancı sözcüklerle Türkçe’mizi bozmak yerine yitirdiğimiz Türkçe’mizden de birkaç örnek verelim. Somak: Mısır koçanı / Sahan: Tabak / Zaar: Herhalde, belki / Sapıtmak: Şaşkına dönmek / Camadan: Heybe / Sokum: Lokma / Cicik: Meme / Gelberi: Ucu büküklü maşa / Cice: Kızkardeş / Gaga: Erkek kardeş / Yekten: Aniden / Kelpek: Şımarık / Çükündür: Şekerpancarı / Sergen: Çardak / Gavata: Kap / Yaygı, Döşek: Kilim / Seyirtmek: Koşmak / Avuz: Ağız / Kasiyan: Kusmak / Kömüş: Manda / Kepiç: Çarpık ağızlı / Kepture: Abuk subuk konuşan / Goga: Aptal / Peşkir: Havlu / Peşkün: Lavoba / Bulgurcuk: Yağmur ile dolu arası düşen tanecikler / Naşırba: Maşraba / Teriz - Peyke: Sedir / Şifon: Eşarp / Eyin: Giysi / Fisil: Soğanın küçüğü / Aletmek: Götürmek / Yeftin - Yengil: Hafif / Kurumsamak: Meyve canı çekmek / Sınama: Deneme / Banak: Lokma / Evmek: Acele etmek / Yunnak: Köylerdeki çamaşırhaneler / Örselemek: Hırpalamak / Çaput: Bez parçası / İlkmek: Biriktirmek / Cücük: Civciv / Yılık: Şaşı / Rahmet: Yağmur / Eycük: Azıcık

Küreselleşme sürecinde tek tip giysilere ve salt markalara kayma söz konusuyken özellikle Karadeniz köylerinde dokunarak ve çok ince bir şekilde işlenerek giyilen giysiler hala devam etmekte. “Düzen” denilen tezgahlarda dokumak için keten bitkisinden yararlanılır. Bazı köylerin renklerinde kırmızı ve sarı hakimken bazı köylerde siyah-beyaz kullanılır çoğunlukla. Kadınlarda giyim; siyah yazmanın üzerine düzende dokunan “kesmeli Poca” denilen bir örtü örtülür. “Göynek” denilen giysinin üzerine ya bir yelek yada elbise giyilir. Bel ise uçları motiflerle dokunmuş, kalçadan sarkan bir kuşak yada şal ile bağlanır. Siyah, büzgülü ve uzunca bir etek giyilir. Ancak etekten 4-5 parmak kadar görünecek şekilde çeşitli motiflerle işlenmiş don giyilir. Bazı köylerde kırmızı fes üzerine yazma burularak bağlanır. Üzerine “çember” denilen tezgahta dokunmuş baş örtüsü bağlanır. Göynek adı verilen gömlek işlemelidir. Bel kuşağından başka çizgili bir önlük bağlanır. Göyneğin üstüne giyilen elbise de bir başka renkte şeritle süslenmiştir. Erkeğin giysisi keten ya da pamuk dokumasıdır. Pantolon diz altına kadar boldur. Dizden aşağısı bacağı saracak biçimdedir. Bu giysiler daha ziyade dağ köylerinde geçerlidir. Kasabaya yaklaştıkça şalvar giyilir. Ancak bunlarda yavaş yavaş azalmıştır. Hem biçim olarak hem dokuma olarak. Köy giysilerini oluşturan en önemli özellik motifleridir. Yaşam orada yeşerir, hayat bulur, renklenir. Bu motifler, yaşam biçimidir adeta. Yaratıcılığın, emeğin simgesidir. Bu motiflerin ilginç adları da var; hızardişleri, kekilcik, sapıtma, bekar biti, töngelcik vs. Tabii bunlara kilimleri, heybeleri, kolonları da katmak gerekir. Ama onlarda yerini halıcılığa bırakıyor.

Yerel yiyeceklere gelince; mamalika - hoptiri, kulak hamuru, tirit, nokul, ( Bayramların kurabiyesi, çöreği) Boranaşı, zıbıdık, kazayak, sakarcık, koyun gözü, mısır çorbası, beraat çorbası, hamursuz tatlısı diyelim, tatlı konuşup tatlı yazarak bitirelim.


*YTÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi

Not: Derleyen Sayın Nahide GÖKHAN’a ve Gerze ile Büyükdağlı köyünde yaşayanlara teşekkürler.


Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 4417 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.